Birinin Gökyüzünde Kalmayı Başaramamak
Gökyüzü bana her zaman “umut” kelimesinin somut hali gibi gelmiştir. Gözle görülebilmesi ama bir o kadar uzak olması, asla erişemeyecek olmamız ama kafamızı kaldırdığımız anda küçücük bir umut damlasını içimizde bulabileceğimiz sonsuzluk. Ve o sonsuzluğun içinde ne kadar küçük olduğumuzun bize hatırlatılması.
Ben birinin gökyüzüydüm, beni kendi gökyüzüne koymuştu. Masmavi, pasparlak bir gök idim. Işıldayan güneştim. Işıktım. Umuttum.
Fakat ben o gökyüzünde kalmayı beceremedim. Peki neden?
Benim de cevabını aradığım bir soru bu. İnsan neden sevilmeyi kaldıramaz? Kendi hırslarına yenilir bu denli? Bu kadar mı önemlidir onun meşrulaştırmaya çalışıp durduğu ama bir şekilde yapması gereken hatalar? Bu kadar mı elzemdir hayatta bazı şeyleri aşmak için hata yapma mecburiyeti? Neden kendi içimizle daha sakin yüzleşemiyoruz neden aptallaştırıyor bizi bu iç huzursuzluk ve neden bunu da bizi tüm hatalara iten o sebeple meşrulaştırma çabamız? Bu kadar mı ihtiyacımız var iyi bir insan olduğumuza inanmaya? Ya değilsek?
Ya biz, sevgisine sahip çıkamayan korkak ve her seferinde kaçmak için aptala yatmayı tercih edip çeşitli şekillerde kendimizi olmayacak olana itmeye çalışıyorsak? Biz ya ne sevilmeyi ne de sevmeyi bilmiyorsak?
Şefkatini çok özlediğim biri var. Hala sevdiğimi fark ettiğimden itibaren kendime gelemediğim biri var. Ama çok sevmek çözüm müdür ya da çok sevmek tek yeter sebep midir tüm benlik krizlerimizin bizi sürüklediği yerlerden çıkıp gitmeye?